top of page

Ülkemizde Üniversitelerin Gelişimi ve Yönetim Modelleri:Küresel Yaklaşımlar ve Somut Öneriler

  • Yazarın fotoğrafı: Abidin KILIÇ
    Abidin KILIÇ
  • 31 May
  • 3 dakikada okunur



Türkiye’de üniversitelerinin gelişimi ve verimliliğinin artırılması, yalnızca öğrenci ya da üniversite sayısını artırmakla değil, derin ve kapsamlı dönüşümlerle mümkündür. Günümüzde bunun için hem sistemsel hem de kültürel yenilikler ön plana çıkmaktadır. Bu noktada, gelişmiş ülkelerden alınan ilhamla, akademik özgürlük, kalite, yönetim ve uluslararası iş birliği gibi belirleyici başlıklara odaklanmak gerekiyor.


İlk olarak, üniversitelerde özgür düşüncenin ve bilimsel üretkenliğin tam anlamıyla desteklenmesi şarttır. Fikirlerin özgürce dile getirildiği, farklı bakış açılarının zenginlik olarak görüldüğü bir ortamda, akademik özerklik başarıya giden yolun anahtarıdır. Özellikle yöneticilik seçimlerinde liyakat ilkesini öne çıkaran şeffaf, bağımsız seçim süreçleri kritik önemdedir.


Örnek olarak, Almanya’daki bazı üniversitelerde rektör seçimi doğrudan üniversite senatosu tarafından yapılırken, Amerika Birleşik Devletleri’nde birçok eyalette rektörler üniversite yönetim kurulu veya mütevelli heyeti tarafından atanır. İngiltere’de ise “vice-chancellor” genel olarak üniversite konseyi tarafından belirli kriterlere göre seçilir. Bu ülkelerde ortak olan yaklaşım; adayların akademik ve yönetsel yetkinliklerinin titizlikle değerlendirilmesi, katılımcı mekanizmaların öne çıkarılması ve çoğunluğun iradesine saygı gösterilmesidir. Türkiye’de de benzer bir bağımsız ve katılımcı modelin geliştirilmesi üniversitelerimizin global rekabette güçlenmesini sağlar. Bir öneri; Dekanlar fakülte öğretim üyelerinin oylarıyla seçilmesi -geçmişte olduğu gibi- olabilir. Üniversitelerin yukarıda sayılan ilkeler ışığında gelişebilmesi için fakültelerin ve de dekanların sahip oldukları yetki ve yetkinlikleri kullanabiliyor olması önemlidir. Bugünkü haliyle Rektörün önerisi ile YÖK tarafından atanan dekanların, rektörlerin görüşlerinden farklı bir yönde görüş bildirmeleri neredeyse imkansızdır. Bu nedenledir ki fakültedeki öğretim üyelerinin oyunu alarak üniversite yönetiminde yer alan dekanlar farklı görüşleri dile getirebileceklerdir. Ve belki de seçilmiş ve en az bir dönem görev yapmış dekanlar arasından Rektör atanması da doğru olacaktır. Böylece üniversitenin yönetim süreçlerinde yer almış, üniversiteyi ve dinamiklerini bilen bir Rektör üniversiteyi yönetecektir. Şimdiki gibi üniversiteyi ve de hiçbir öğretim üyesini tanımayan Rektör atandığında, tanıdığı öğretim üyelerini, hemşerilerini, akrabalarını üniversiteye doldurmayacaktır.


Üniversite-sanayi iş birliği ve teknoloji transferi de kurumsal gelişimin ve sürdürülebilirliğin olmazsa olmazlarından biridir. Bilim parkları, kuluçka merkezleri ve ortak Ar-Ge projeleriyle hem maddi kaynaklar çeşitlendirilip artırılabilir hem de öğrenciler iş dünyasına daha donanımlı olarak katılabilir. Özellikle ABD ve Güney Kore’de üniversitelerin özel sektörle yürüttüğü ortak projeler sayesinde inovasyon kapasitesinin ve iş bulma oranlarının yüksek olması dikkat çekicidir.  Ülkemizde Bilim Deney Merkezlerini, Bilim Müzelerini üniversiteler kurmalıdır. Üniversitelerin yarattığı bu boşluğu belediyeler doldurmaktadır.


Eğitim programlarının güncelliği ise, hızla değişen dünyamızda ayrı bir önem taşır. Başta STEM alanları (bilim, teknoloji, mühendislik, matematik) olmak üzere, dijitalleşme ve yapay zekâ gibi yeni nesil disiplinler dinamik müfredatlar yoluyla entegre edilmelidir. Finlandiya gibi ülkeler, esnek eğitim modelleri ve sık müfredat güncellemeleriyle uluslararası başarıya ulaşmıştır. Ülkemizde üniversitelerdeki bölümler müfredatlarını acaba en son ne zaman güncellemişlerdir? Bunun için üniversite yönetimleri bölümlere çağrıda bulunmuş mudur?


Uluslararasılaşma konusu da kaçınılmazdır. Eğitimde İngilizce veya farklı yabancı dillerin kullanımı, çift diploma programları, Erasmus, Mevlâna ve benzeri öğrenci değişim programlarıyla iş birliği sağlanmalı; uluslararası öğrenci ve akademisyen oranlarının artırılması hedeflenmelidir. Singapur’un bu konuda uyguladığı etkili ve dikkat çekici burs stratejisi, ülkenin bilimsel ve kültürel kapasitesini uluslararası seviyeye taşımıştır.


Akademik yayınlar ve araştırma kalitesi ise somut olarak ölçülmeli ve teşvik edilmelidir. Sadece yayın sayısına değil, yayınların etki faktörüne ve toplumsal/ekonomik faydasına dayalı bir değerlendirme duyarlılık oluşturacaktır. Her bilim dalının özellikleri ve yetkinlikleri farklıdır. Bu da dikkate alınmalıdır. Uygulamalı alanlar ile teorik disiplinler farklı değerlendirilmelidir. Akademik Teşvik uygulaması artık neredeyse teşvik etmemek üzerine kurgulanmıştır. Hollanda ve Avustralya gibi ülkeler, araştırmada kaliteye odaklanan teşvik yapılarıyla ön plana çıkmıştır.


Altyapı yatırımlarında üniversitelerin laboratuvar, kütüphane ve dijital imkanlarının günümüzün yeni teknoloji ve yaklaşımlarına göree yeenilennmesi gerekmektedir. Dijital kütüphanelerin ve bulut sistemlerinin yaygın kullanımı hem erişimi hem de verimliliği artırabilir. Ayrıca, öğrencilerle akademisyenlerin teknolojiye ulaşımı desteklenmelidir.


Yönetim süreçlerinde ise katılımcılık, şeffaflık ve hesap verebilirlik üniversiteleri ileriye taşır. Öğrenci temsilcilerinin, akademik ve idari personelin karar alma sürecine etkin biçimde dahil edilmesi, kurum içi aidiyet ve motivasyonu artırır. Örneğin İsveç’te üniversitelerdeki ana karar organlarında öğrenci ve öğretim üyesi temsilcileri oy sahibidir. Akıllı kampüs uygulamalarıyla da şeffaflık dijitalleşme aracılığıyla desteklenebilir. Üniversite yönetim modelinde her seviyedeki üst yönetici mutlaka akademik personel olmalıdır. Üniversite genel sekreterlikleri siyasi iradenin üniversitelerdeki bürosu gibi çalışmaktadır. Üniversiteleri Rektörler yönetmelidir.


Üniversite öğretim elemanlarının toplumdaki saygınlığını yeniden kazanabilmesi için de özlük hakları mutlaka iyileştirilmelidir. Bir Profesör maaşını söyleyemez hale gelmiştir. Araştırma Görevlisi 2000 dolar karşılığı bir maaş alarak, verimlilikte sürekliliği sağlaması esas olmalıdır. Bir Profesörün maaşı en az 4000 dolar seviyesinde olmalıdır. Her unvandaki öğretim üyesi her beş yılda bir atanma koşullarını yeniden sağlamalıdır.


Sonuç olarak, Türkiye’de üniversitelerin gelişimi için akademik özerklikten uluslararasılaşmaya, modern altyapıdan şeffaf yönetime, öğrenci ve sanayi odaklılıktan güncel eğitim programlarına dek pek çok başlıkta somut, ölçülebilir ve sürdürülebilir adımlar atılmalıdır. Her üniversitenin kendine özgü bir stratejik yol haritası geliştirerek küresel ölçekte söz sahibi olması ise en önemli hedeftir.

 
 
 

Comments


bottom of page